İbn-ül Mukaffa Neden Öldürüldü?
بسم الله الرحمن الرحيم
KUR'ÂN'A NÂZİRE GETİRİLEBİLİR Mİ?
ابن المقفّع
Ebû Muhammed (Ebû Amr) Abdullah (Rûzbih / el-Mübârek) b. el-Mukaffa‘ (Dâdeveyh), muhtemelen 106 (724) veya 102 (720) yılında İran’ın Cûr (Fîrûzâbâd) kasabasında dünyaya gelmiştir. Hûz’da (Hûzistan / Ahvaz) doğduğuna dair rivayetler (İbnü’n-Nedîm, s. 522) Cûr’un Hûz şeklinde okunmasından kaynaklanmış olmalıdır. Asıl adı Rûzbih’tir.
Mani ve Mezdek dinleriyle karışık Mecûsî inancına sahip olan İbnü’l-Mukaffa‘, bir akşam yemeğinde bir çocuğun okuduğu Kur’an’ın etkisi ve Îsâ b. Ali’nin teşvikiyle davetliler huzurunda İslâmiyet’i kabul etmiş ve bu tarihten sonra Abdullah b. Mukaffa‘ olarak tanınmıştır.
İbnü’l-Mukaffa‘ın katledilmesinin sebebi ve şekli hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür. En güvenilir rivayete göre, Mansûr’un hilâfetini kabul etmeyip isyan eden amcası ve Suriye Valisi Abdullah b. Ali, Ebû Müslim-i Horasânî kumandasında gönderilen orduya yenilince kardeşleri Îsâ ile Süleyman’ın himayesine sığınmıştı. Bunlar Mansûr’dan Abdullah için af talebinde bulununca halife, yazılı olarak eman dilemeleri halinde Abdullah’ı bağışlayacağını vaad etmişti. Ancak vaadine rağmen emannâmenin bir açığını bulup Abdullah’ı mutlaka cezalandırmayı düşünmüştür (Cehşiyârî, s. 104). Bu sırada Îsâ b. Ali’nin kâtibi olan İbnü’l-Mukaffa‘ın kaleme aldığı ve büyük bir zekâ eseri olan yorumlara kapalı, ağır ihtiyat şartlarıyla dolu bir üslûpla yazılan emannâmede (Ya‘kūbî, II, 368) açık bulamayınca, halifenin şartlardan birini ihlâl ettiği takdirde karıları boş, köleleri âzat edilmiş, biatı bâtıl olacağı, bütün dinlerde kâfir sayılacağı (Cehşiyârî, s. 104) şeklindeki ağır şartlara kızarak Basra Valisi Süfyân b. Muâviye’ye İbnü’l-Mukaffa‘ın katledilmesi için tâlimat gönderdi. Nîşâbur valisi iken şehrin önceki valisi Mesîh b. Îsâ ile aralarında çıkan ihtilâfta Mesîh’in tarafını tuttuğu için İbnü’l-Mukaffa‘a düşman olan Süfyân’ın, İbnü’l-Mukaffa‘yı öldürttüğü nakledilmektedir (Belâzürî, III, 221-222; Cehşiyârî, s. 104). Şiî müelliflerinden Sa‘d b. Abdullah el-Eş‘arî el-Kummî Kitâbü’l-Maḳālât ve’l-fıraḳ adlı eserinde, Süfyân tarafından yakalanan İbnü’l-Mukaffa‘ın Mansûr’a götürülüp teslim edilmek istenince zehir içerek veya kendini asarak intihar ettiğini kaydeder. Câhiz de İbnü’l-Mukaffa‘ın yukarıda belirtilen sebeple öldürüldüğünü söyler (Şevkī Dayf, III, 509).
İbnü’l-Mukaffa‘ın öldürülmesinin en önemli sebeplerinden biri de başta kendisine nisbet edilen Muʿârażatü’l-Ḳurʾân olmak üzere Mezdek, Mani, Zerdüşt gibi Fars din ve inançlarına ait birçok kitabı Arapça’ya çevirmesi veya telif etmesinden dolayı zındıklıkla itham edilmesidir. Câhiz, İbnü’l-Mukaffa‘ın İran din ve inançlarına ait bu tür eserleri onları eleştirmek amacıyla yazdığını söyler. Câhiz’e göre İbnü’l-Mukaffa‘, din ve inançların anlatım ve tasvirinde başarılı olmasına karşılık eleştiri yeteneği zayıf olduğu için yanlış anlaşılmıştır. Ayrıca kendi isteğiyle müslüman olup Abdullah adını alan ve oğluna Muhammed adını veren bir kimsenin zındık olması uzak bir ihtimaldir. Aslında İbnü’l-Mukaffa‘ın gerçek amacı, Farsça’dan çevirdiği Aristo mantığına dair kitaplarla İslâm toplumunun dil ve düşüncesine, Fars siyaset ve tarihine dair çevirileriyle İslâm siyaset ve idaresine, Hint hikmetine dair eserlerle de fert ve toplumun hayatına yeni açılımlar kazandırmaktı. Bu amaçla telif ettiği eserlerin birçoğunu ahlâk, edep ve eğitim konularına ayıran, İslâm’ın önemsediği değerleri daha çok akla dayalı olarak işleyen İbnü’l-Mukaffa‘ın eserlerinin hiçbirinde İslâm’a aykırı bir görüş veya kendisinin zındık olduğunu gösteren bir delil yoktur (Muhammed Kürd Ali, Ümerâʾü’l-beyân, I, 122; Ahmed Emîn, I, 223 vd.).
İbnü’l-Mukaffa‘a nisbet edilen, Kur’an’a ve İslâm inançlarına karşı Maniheizm’i savunan Muʿârażatü’l-Ḳurʾân adlı eserin ona ait olması imkânsız veya en azından şüphelidir. Çünkü İbnü’l-Mukaffa‘ gibi çok ünlü bir edip tarafından yazılmış, İslâm toplumu içinde tepki uyandırması gereken böyle bir eserden zındıklara reddiyeler yazan Iraklı kelâmcıların haberdar olmaması mâkul görünmemektedir. Öte yandan eser, İbnü’l-Mukaffa‘ gibi bir edipten beklenen edebî muâraza üslûbuyla değil cedelci bir üslûp ve savunmacı bir anlayışla yazılmıştır. Maniheizm’e ait fikirler, bu kitabı bir Maniheizm müdafiinin yazmış olabileceğini düşündürmektedir.
İbnü’l-Mukaffa‘, lafız güzelliğinden çok mâna güzelliğine özen gösterdiğinden eserlerinde başta seci olmak üzere lafzî sanatlara nâdiren ve çoğunlukla alay ifadesi olarak yer vermiştir. Kullandığı mânaya ilişkin sanatlara tabiilik hâkimdir. Güç ve anlaşılmaz kelimelerden uzak, açık, abartısız, gerçekçi bir anlatımın yoğunlaştığı nesrinde Fars ve Arap üslûplarını mezcetmiş, Kur’an’ın üslûbundan etkilenerek onun lafız, tâbir ve kıssalarından iktibaslar yapmıştır.
İbnü'l-Mukaffa'nın Kur'an'a muâraza edip etmediği meselesi tartışmalıdır. Kaynaklarda, İbnü'l-Mukaffa'nın Kur'an'a eleştirel bir yaklaşım sergilediği ve hatta bazı metinler kaleme alarak Kur'an'la benzerlik taşıyan yazılar yazdığı iddia edilmiştir. Ancak bu iddialar, güvenilir kaynaklar tarafından doğrulanmamış olup genellikle İbnü'l-Mukaffa'ya muhalif olan çevrelerce ileri sürülmüştür.
Bu iddiaların dayanağı olan bazı kaynaklarda yer alan, son derece beliğ bir şahsiyet olduğu ifâde edilen İbnu’l-Mukaffa'ın, Kur'an'a muâraza ettiği yönündeki rivayete göre, uzun bir süre, bazı meslektaşlarıyla birlikte Kur’ân’a muaraza etmek için uğraşmış. Üzerinde çalıştığı iddia edilen hezeyannâmeye es-Suver (Sureler) ismini vermiş. Ancak bu edebiyat üstâdı:
وَق۪يلَ يَاۤ اَرْضُ ابْلَع۪ي مَاۤءَكِ وَيَا سَمَاۤءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَاۤءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
“(Nihayet) «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: «Kahrolsun O zalimler!» denildi” şeklindeki Hûd, 44. âyet-i kerîmesini okuduğunda, kısacık âyette müşahede ettiği çarpıcı belağat karşısında:
“–Beşeriyet, onun bir benzerini getiremez!” demek zorunda kalmış. Derhal muârazadan vazgeçmiş. Ortaya çıkarmaktan hayâ ettiği için de o âna kadar uydurduğu sayfaları yırtıp atmış.
Bâkıllânî, İ‘câzü’l-Kur’ân, s. 48-49; er-Râfi’î, s. 178, (2 no’lu not); Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, s. 31-33.
Yine bu konuda bazı kaynaklar da: "Dürretül- Yetime ile muaraza yaptı" derler. Bu iki rivayet de tetkik ister.
Râfii, İ'cazı Kur'an'da meseleyi şöyle tetkik ediyor:
Mustafa Sadık; "Bunlar, İbni Mukaffa'ya iftiraya benzer. Çünkü İbni Mukaffa' muarazanın muhal olduğunu herkesten iyi bilir ve görür bir ediptir. Birisi muarazanın mümkün olduğunu söylerse, anla ki, o adam ikiden biridir: Ya cahildir; ne yaptığını bilmez, kendini aldatıyor. Veyahut da âlimdir, muaraza yapılamıyacağını bilir, fakat âlemi aldatıyor, hilebazın biridir. Bunun üçüncüsü olamaz."
Ondan sonra gelen sapıklar, İbni Mukaffa'yı en beliğ bir edip bulduklarından: "Bu işi yapsa yapsa o yapabilir" dediler ve muaraza işini hemen ona yüklediler. O zaten dininde müttehem idi. Sapıklar kendilerine bir delil çıkarmak istediler, bir taşla iki kuş vurdular. Bunun başka türlüsü yoktur ve olamaz.
"Dürretül-Yetime" elde mevcuttur. Bu eser basılmıştır. Bakıllâni onda Kur'an'a muaraza sayılacak bir şey bulamadığını söylemiş ve eserin Büzrü-Cemharin hikmete dair kitabından alındığını ilave etmiştir. Eser hakikaten belagatın bir nümunesidir. Fakat muarazaya yanaşılmamıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder