Fetih ve İşgal

بسم الله الرحمن الرحيم 
İslâm ve Fütuhat: Emperyalizm İsnadının Dayanaksızlığı


Tarih boyunca İslâm ve İslâm fütuhatını emperyalist sistemlerle veya sömürü düzenleriyle kıyaslamak isteyenler olmuşsa da bu iddialar, İslâm’ın özüne ve Müslümanların tarihteki pratiğine tamamen aykırıdır. 

Öncelikle şunu sormak lazım; 
"Arap Yarımadası'nda, Mekke ve Medine'deki bir insan, kimi sömürecek ve neyi istismar edecektir?" Bir insanın kendi kavim ve kabilesini işgal ve istilâsı, sonra da sömürmesi nerede görülmüş? Hele, sömürüldüğü iddia edilen, o günkü Hicaz insanı ve Hicaz toprakları gibi fakir halk ve verimsiz arazi olursa!

Kaldı ki, İslâm'ın mesajını dünyanın dört bir yanına ulaştırmak için yığın yığın tehlikeyi göğüsleyen ve inandığı dava uğrunda şehit olmayı en büyük pâye sayan ve ömürlerini dört bir bucakta, kendilerinden on beş-yirmi kat daha fazla güçlerle yaka-paça olarak geçiren o yüksek ruhlu ideal insanlara müstemlekeciliği, emperyalizmi, sömürüyü yakıştırmak gülünçtür ve imkânsızdır. 
Acaba, bu insanlar bunca sıkıntı, bunca mahrumiyet ve bunca fedakârlık karşılığı neyi elde etmiş, neyi istismar etmiş ve nelerden faydalanmışlardır?

Aslında senelerce, yurdundan, yuvasından, çoluk-çocuğundan uzak yerlerde Rabbisini anlatmaktan başka bir şey düşünmeyen, ölümü ve şehadeti en tatlı ideal hâline getiren ve her muharebe neticesinde ölüp dostlarına kavuşamamanın üzüntüsünü yaşayan bu insanlara sömürü isnadında bulunmak ne kadar inandırıcı olabilir?

İslâm'ın Sömürüye Karşı Tavrı
Müslümanlar, tarihin hiçbir devrinde ve dünyanın hiçbir yerinde ne devlet ve millet olarak ne de fert olarak kimseyi sömürmedikleri, kimseyi istismar etmedikleri gibi, hâkim oldukları yerlerde sömürü ve istismara da izin vermediler.

Evet, cihanın dört bir yanında, fetihlerin fetihleri takip ettiği bir dönemde, İslâm devletinin başındaki halife: "Bana Müslüman fertlerin, en fakirinin hayat seviyesinde yaşamak yaraşır." diyerek günlük birkaç zeytinle hayatını geçirirken neyi sömürdüğünü ve kimi istismar ettiğini iddia edeceğiz?..
Bkz.: es-Suyûtî, Târîhu'l-hulefâ, s. 132.
Şeddâd b. el-Hâd radıyallahu anh anlattığına göre bir muharebe esnasında öldürdüğü şahsın eşyası kendisine verilmek istendiğinde, elini gırtlağına götürerek: "Ben gırtlağından bir ok yiyip şehit olmak için bu muharebeye iştirak ettim; ganimet için değil!" diyen gözü ötelere uyanmış birisi neyi sömürüyordu? 
[Nesâî, Cenâiz 61, (4, 60, 61).]

Bir başka karşılaşmada, Müslümanlara ciddî zarar veren kâfirlerin ileri gelenlerinden birisini öldürüp yoluna devam eden bir Müslüman, maktûlün ganimeti başında İslâm ordusu komutanının Allah adına and verdirerek çağırmasına karşılık, komutanın yanına gelmeye mecbur olur ve yüzü peçeli muhariple komutan arasında şu konuşma cereyan eder:

Allah için bunu sen mi öldürdün?

Evet.

Öyleyse al şu bin dinarı.

Ben bu işi Allah için yapmıştım.

Senin ismin ne?

Ne yapacaksın ismimi? Yoksa âleme duyurup da sevabımı zayi etmek mi istiyorsun?..

Bu insanların insanlığı sömürmesine ve yeryüzünde müstemlekeler kurmasına imkân var mıdır? 

Emperyalizm veya diğer bir ifadesiyle müstemlekecilik, bir toplumun başka bir toplum veya bir devletin başka bir devlet üzerinde hâkimiyet kurması, onu sömürmesi ve ondan faydalanması şeklinde tarif edilebilir. Ancak, işgal, hâkimiyet ve sömürme her zaman aynı olmayabilir. 


 İslâm'ı ve İslâm fütuhatını, bu kadar kötülüğü de beraberinde getiren emperyalist sistemlere ve sömürü düzenlerine benzetmek ne derece mâkuldür?..

 İslâm, kimseyi yurdundan, yuvasından etmediği gibi, kimsenin eline, ayağına zincir vurarak çalışmasını da engellememiştir. O, fethettiği ülkelerin insanlarını dinleriyle, duygularıyla, düşünceleriyle serbest bırakmış ve onları her hususta kendi dindaşları, vatandaşları gibi himaye etmiştir. 

İslâm Fütuhatının Amacı
Müslüman fatihler, girdikleri hemen her ülkeye huzur ve emniyet getirmiş ve yerli halk arasında kabul edilen, sevilen, sayılan insanlar olmuşlardır. Böyle olmasaydı, Suriye Hıristiyanları, ülkelerinin Roma imparatoru tarafından istirdat edileceği endişesi karşısında kiliselere dolup Müslümanların zaferi için dua ederler miydi?
Bkz.: Şiblî Nu'manî, Bütün Yönleriyle Hz Ömer ve Devlet İdaresi, 1/212-214.
 Ve böyle olmasaydı, bir ucundan diğer ucuna altı ayda varılamayan alabildiğine geniş bir ülkede asırlar boyu emniyet ve asayişi devam ettirmek nasıl mümkün olabilirdi?.. Bugünkü komünikasyon imkânları, son model askerî araç ve gereçlere rağmen, avuç kadar bir yerde bunca mekanize güçlerimizle emniyet ve asayişin temin edilemediğini gördükçe onların bu mevzuda başvurdukları dinamiklere hayran kalmamak mümkün mü? 
Müslüman fatihler, fethettikleri ülkelerin kapılarıyla beraber, gönül kapılarının da kendilerine açılmasını başarabildi ve fethettikleri ülke insanlarının saygı, itimat ve güvenine mazhar oldular.

Müslümanların İlmî ve İnsânî Katkıları
Girdikleri ülkelerdeki ilim ve sanat birikimini değerlendirip, ilim ve sanat adamlarına çalışma zemini hazırladılar. Hangi dinden olursa olsun, âlimlere ve fikir adamlarına ayrı birer değer atfederek onları İslâmî toplum içinde aziz ve mükerrem tuttular.


Müslüman fatihler hiçbir zaman, müstemlekeci devletlerin istila ve işgal ettikleri ülkelerin halkına yaptıkları zulmü yapmadılar. Yapmak şöyle dursun, fethettikleri ülke halkına kendi dindaşları, kendi soydaşları gibi davrandı ve onlara, aynı vatandaşları gibi muamelede bulundular.

Hazreti Ömer’in Adalet Anlayışı
Halife Hazreti Ömer, Mekkeli bir soyludan tokat yiyen bir kıptîye: "Dön; sen de ona bir tokat vur." diyor; Amr b. Âs'ın Mısır yerlilerinden birisini rencide ettiğini duyunca da: "İnsanlar analarından hür olarak doğdular. Ne zamandan beri onları kul-köle olarak kullanıyorsunuz?" diyerek itapta bulunuyordu. Mescid-i Aksa'nın anahtarlarını almak için Filistin'de bulunduğu sırada, namaz vakitlerinden birisini içinde bulunduğu bir kilisede idrak ettiğinde papazın ısrarla kilisede namaz kılmasını istemesine rağmen: "Hayır! Halife Ömer burada namaz kıldı diye yarın sizi rahatsız edebilirler." diyerek dışarıda toprak üzerinde namaz kılmayı tercih ediyor ve mağluplara karşı İslâm'ın fevkalâde insanî, alabildiğine yumuşak ve henüz günümüzde ulaşılamamış seviyedeki tavrını gösteriyordu.
T.W., Arnold, İntişar-ı İslâm Tarihi, s. 99-100.

Bu insanların başkalarını istismar etmeleri mümkün mü? Bunların başkalarını sömürmesi düşünülebilir mi? Ve bu yüksek ruhların temsil ettikleri Kur'ân sistemine emperyalist düzen denir mi?
Bilakis Kur’ân’ın emrettiği düzen, sömürü ve zulme yer vermeyen bir düzendir. Bu düzeni emperyalizmle kıyaslamak, hem İslâm’a hem de insanlığa yapılmış büyük bir haksızlıktır.

Yorumlar

En Çok Görüntülenenler