CEM', İSTİNSAH VE YEDİ HARF MESELESİ
بسم الله الرحمن الرحيم
CEM', İSTİNSAH VE YEDİ HARF MESELESİ
Kur'an-ı Kerim, Resûlullah ﷺ döneminde vahyin nuzûlu devam ettiği için tek bir mushaf halinde bir araya getirilmemişti.
O'nun ﷺ döneminde Kur'an-ı Kerim'in bütün ayetleri deri parçaları, kemikler, taşlar ve kabukları soyulmuş hurma dalları üzerinde yazılmıştı.
Son okumada hususî tabiriyle arzâ-i âhirede tertibi belirlenen ve pek çok sahâbî tarafından bu son şekliyle yazılıp ezberlenen Kur’an okunmaya devam ederken Yemâme savaşı ile diğer bazı savaşlarda hâfız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”)
3) Hazreti Ömer’i telâşlandırarak harekete geçirmiştir. İmam Buhârî’nin el-Câmiʿu’s-Sahîh’inde anlatıldığına göre Kur’an’ın toplanması (cem‘) fikrini Hazreti Ebû Bekir’e açan Hazreti Ömer bu hususta onu ikna etmiş, Hazreti Ebû Bekir de bu görevi Zeyd b. Sâbit’e Radıyallahu Anhum vermiştir.
Hazreti Ebû Bekir döneminde, bahsedilen Kur'an-ı Kerim'in mushaf haline (cem') getirilmesi iki hususa dayanılarak gerçekleştirilmiştir: Bunlardan birisi, kemik ve benzeri şeyler üzerine yazılmış olan bütün ayetleri toplamak diğeride Ashâb-ı Kiramın ezberleriyle teyid etmek.
Kısacası Hazreti Ebû Bekir dönemindeki cem' faaliyeti çeşitli sahifelerde ve malzemelerde yazılı bulunan ayetlerin bir araya getirilmesinden ibarettir. Çünkü daha önce ayetler pek çok sahifede dağınık halde bulunuyordu. Cem' heyetinin başında bulunan Hazreti Zeyd ilk mushafı oluştururken kendisinin Kur'an-ı Kerim'i ezberlemiş olmasıyla yetinmemiş; aynı şekilde kendisinden başka ashâb-ı kiramın ezberlemelerine de dayanmıştır. Bu ise kendisi vasıtasıyla tevatürün gerçekleştiği yani adeten yalan söylemek üzere anlaşmayacaklarından emin olunan büyük bir topluluğun birbirlerinden nakletmesiyle sağlanan bir bilgi kaynağıdır. Ayrıca kaynakların ittifakla bildirdiğine göre, Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Zeyd’e asla hafızasına güvenmemesini, her ayet için 2 delil olmak üzere, 2 şahıstan yazılı nüsha aramasını emretmiştir.
Bu iş için Hazreti Zeyd, Hazreti Ömer’in yardımını şart koşmuş, O’da ciddi bir şekilde kendisine yardım etmiştir. Hazreti Zeyd bizzat kendisi iyi bir hafız olduğu halde, kendisi gibi başka hafızlarla da yetinmeyip, her ayet hakkında mukabele görmüş 2 yazılı şahid aramak gibi son derece titiz ve ilmi bir usül takib etmiştir. Yalnız Tevbe Suresinin sonundaki 2 ayet hakkında, araştırmasına rağmen 2 yazılı şahidi bulamamış, Ebû Huzeyme’deki Radıyallahu Anh yazılı nüshaya istinad etmek durumunda kalmıştır.
Böylece Kur’an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve Hazreti Ebû Bekir’e teslim edilmiştir. İki kapak arasındaki bu derlemeye “mushaf” adı verilmiş, bu kitap Hazreti Ebû Bekir’den sonra Hazreti Ömer’e, onun vefatı ile kızı ve aynı zamanda Resûlullah'ın ﷺ mübarek zevcesi Hazreti Hafsa’ya intikal etmiştir (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 3, 4, “Tevbe”, 20; İbn Ebû Dâvûd, s. 6, 8, 30-31).
Gelelim Kur’ân Tarihi’nde Ahrufu’s-seb’a ve Kıraatler Meselesine
Bilindiği üzere Kur'an, ilk muhatapları itibariyle büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen, biribirlerinden çok ayrı şive ve lehçeleri konuşan kabilelerden meydana gelen bir kavme gönderilmiştir.
Ümmetinin bu sosyal ve kültürel yapısına bizzat Resûlullah'da ﷺ zaman zaman değinmiştir.
Ama Kur’an'in gönderilişindeki asıl gaye, onun getirdigi tevhid inancinin sür’atle yayılması ve bu inancin gereklerinin yerine getirilmesiydi.
O halde bu ana gayeye hızla ulaşılması gerekirken ayrı lehçeleri konuşan insanları bir lehçe üzerinde birleştirmek bunu yavaşlatacaktı.
Çünkü, meselâ Hüzeyl kabilesi mensupları حتى حين
yerine
عتى حين,
Esedîler
تَعلمون
yerine
تِعلمون
diyor, Temîmli hemzeyi belirtirken (tahkīk)
(رأس، وبئس، وفؤاد، وخاسئة)
Kureyşli
(راس، وبيس، وفواد، وخاسية)
belirtmiyordu. Bu yüzdendir ki, Allah tarafından gönderilen bir ruhsatla herkesin kendi lehçesi ile Kur’an’ı okuma kolaylığı sağlandı. Hele ilk yıllarda bu ruhsatın sınırları, eş manalı kelimeleri de kapsayacak ölçüdeydi.
Buhârî es-Sahih, VI.100; Muslim, es-Sahih, 11,203
Ayrıca bu ruhsat usul ve ferş-i hurûf denilen kırâat farklılıklarını da kapsıyordu.
Usûl başlığı altında ele alınan kıraatler, Kur’ân’da geçtiği bütün ayetlerde aynı tarzda okunduğundan usûl farklılıkları; telaffuz, ses ve edâ yönü itibariyle de fonetik farklılıklar şeklinde isimlendirilmektedir.
Ferşü’l-hurûf başlığı altında ele alınan ferş farklılıkları ise belli bir kaideye dayanmayıp Kur’ân’da dağınık olarak bulunmakta ve ayetin anlamını değiştiren farklı okumalar şeklinde tanımlanmaktadır. Usûle dair kıraat faklılıklarının kelimenin anlamına bir tesiri olmadığından, tefsire etki eden bir yönü de bulunmamaktadır. Tefsircilerin dikkatini asıl celbeden, usûle dair okumaların (med, imâle, işmâm, tahfif vb.) dışında kalan ve kıraat farklılıklarının yaklaşık %20’sine tekabül eden ferşî farklılıklardır. Ferşî farklılıklar ise sarf ve nahiv kuralları ekseninde ele alınmaktadır.
İşte Kur'an'ın yazı yoluyla da korunması için Hazreti Ebû Bekir’in cem ettirdiği bu ilk mushafı, tedbir olarak muhafaza edilmiş, sahâbîler de kendi nüshalarına ve ezberlerine göre okuyuşlarını sürdürmüşlerdir. Çünkü sahabe efendilerimizin de farklı kıraatte yazılmış olan özel nüshaları vardı.
Ancak İmam Buhârî’nin Enes b. Mâlik’ten Radıyallahu Anh naklettiği rivayete göre Azerbaycan ve Ermenistan fethine katılan ordunun kumandanı Hazreti Huzeyfe b. Yemân, Suriyeli ve Iraklı askerler arasındaki kıraat ihtilâfını görünce endişelendi; Hazreti Osman’ın yanına gelerek konuya bir çözüm bulmasını teklif etti. Muhtemelen başka şikâyet ve ihtilâfları da göz önünde bulunduran Hazreti Osman ( Dânî, el-Muḳniʿ, s. 17; Süyûtî, el-İtḳān, I, 187-188), Hazreti Hafsa’nın elindeki Hazreti Ebû Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermeye karar verdi. İstinsah ve çoğaltma işi için başkanlığını yine Hazreti Zeyd b. Sâbit’in yaptığı Abdullah b. Zübeyr, Saîd b. Âs ve Abdurrahman b. Hâris b. Hişâm’dan oluşan bir heyeti görevlendirip yazımda ihtilâfa düştüklerinde Kur’an’ın nâzil olduğu Kureyş lehçesini esas almalarını emretti.
Yardımcılarla birlikte üyelerinin sayısı on ikiye ulaşan heyet çalışmalarını başarıyla tamamladı ve orijinal nüsha Hazreti Hafsa’ya iade edildi.
Buna bağlı olarak artık Kur'an-ı Kerim tek bir harf halinde yani Kureyş Lehçesi üzere okunur oldu. Kur'an-ı Kerim Hazreti Osman döneminden bu yana sadece tek bir harf üzere (tek şekil üzere) yazıldı. Bu yazılış şeklinde ise sadece harflerin yazılışı ile ilgili bazen farklılıklar olabilir (ki yazının devamında buna değinilecektir).
Söz konusu bu "harf ise Kur'an-ı Kerim'in kendisiyle nazil olduğu "Kureyş harfi (lehçesi)" dir. Nitekim Tahavî, İbni Abdilber, İbni Hacer ve başkaları da bunu böylece açıklamışlardır.
Kurtubi, 1/42-43; Fethu'l-Bârî, K/24-25; Nevevî, Şerhu Müslim, VI/100.
Yani hakkında ihtilaflı görüşlerin olduğu "yedi harf" Arap kabileleri arasında, (bir görüşe göre) Mudarlıların lehçesinin kapsamına giren yedi şivedir. Yoksa "yedi harf" meşhur mütevâtir yedi yahut on kıraat değildir.
Tabiin döneminde çokça yaygınlık kazanan bu kıraatler özellikle daha sonra İmam İbn-i Mücahid'in kıraatlere dair bir kitabının ortaya çıkmasını müteakib hicri 4. asırda yaygınlık kazanmıştır. Onun bu kıraatlere dair açıklamaları "yedi harf" ile alakalı asıl ilkeden başka esaslara dayalıdır ve bu yedi okuyuş aslında yedi harften sadece birisi olan Kureyş Lehçesi'nin dalı ve budağı durumundadır. Nitekim Kurtubî de bunu böylece açıklamıştır.
Kâdı Muhammed b. et-Tayyib Ebu Bekr el-Bakillânî der ki: Hazreti Osman: "Kur'ân Kureyş lehçesiyle inmiştir." sözleriyle onun büyük bir çoğunluğu onların lehçesiyle inmiştir, demek istiyor. Kur'ân-ı Kerim'in tümünün sadece Kureyş lehçesiyle indirilmiş olduğuna dair kat'i bir delil bulunmamaktadır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de Kureyş lehçesinden farklı birtakım kelimeler ve okuyuşlar vardır. Yüce Allah da: "Muhakkak Biz onu arapça bir Kur'ân olarak indirdik." (ez-Zuhruf, 43/3) diye buyurmaktadır. Kureyş lehçesiyle bir Kur'ân olarak indirdik, dememektedir. Bu, Kur'ân-ı Kerim'in bütün arapların dilini kuşatacak şekilde indirildiğini göstermektedir. Hiçbir kimse kalkıp: Bu ifadeleriyle sadece Kureyş arapları kastedilmiştir, diyemez. Çünkü "arap" adı bütün bu kabileleri eşit şekilde kapsamaktadır.
İbn Abdi'1-Berr der ki: Bana göre, Kur'ân-ı Kerim Kureyş lehçesiyle nazil olmuştur, diyenlerin sözü; çoğunlukla bu şekildedir.
والله اعلم بالصواب
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Meselenin özüne bakıldığında yedi harf, geçici bir ruhsat özelliğini taşımaktadır. Ruhsat çerçevesinde yeni müslümanlara verilen bu genişliğin sınırları da şüphesiz Resûlullah ﷺ tarafından belirlenmiştir. Yoksa Kur’ân’ın yedi harf üzerine, yani farklı Arap lehçelerine göre okunuşu herkesin istediği ve arzu ettiği şekilde, Kur’ân’ın bütün kelime ve ayetlerinde asla cereyan etmiyordu. Dolayısıyla bu konuda bilinmesi gereken önemli bir husus; söz konusu ruhsatın bizzat Resûlullah'ın ﷺ belirlemesi, okuyuşu ve müsaadesiyle belli kelimelerin okunmasında ve anlaşılmasında gerçekleşmesidir. Bu farklı okuyuş da sadece şifahî yani sözlü okuyuşta söz konusudur. Yoksa yazı konusunda böyle bir ruhsat kesinlikle yoktur.
Ayrıca harften murat lehçedir diyenlere göre bu lehçelerin sayısı da yedidir. Ancak yedi lehçe tek bir kelimede gelmez ve bahsedildiği üzere Kur'an'ın tamamında herbir ayette ve kelimede bulunmaz. Belki Kur’ân’ın az bir kısım ayetlerinde ve farklı kelimelerinde dağınık bir şekilde gerçekleşir denmektedir.
Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, Te’vîl-u Muşkili’l-Kur’ân, (Kahire: Mektebetu İbni Kuteybe, thk, es-Seyyid Ahmed es-Sakr, 1973-, 34; Şahin, Tarîhu’l-Kur’ân, 33.
Neticede Hazreti Osman döneminde 25-30 (646-651) yılları arasında gerçekleştirilen bu istinsah çalışması sonunda (Keskioğlu, s. 161-162) çoğaltılan yedi (veya dört, beş, sekiz) Kur’an nüshası birer kāri ile birlikte Mekke, Kûfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiş, bir nüsha da Medine’de bırakılmıştır (Dânî, el-Muḳniʿ, s. 19; Zerkeşî, I, 334; Süyûtî, el-İtḳān, I, 189-190).
Dolayısıyla Hazreti Osman'ın bu mushaflardan sayısında ihtilaf olan belli miktarda yazdırmış olmasının sebeplerinden birisi olarak İslâm memleketlerinin çokluğu söylenebilir. Ayrıca bu mushaflar İsbat, Hazif, Tebdil ve başka noktalarda mütefâvit olarak yazıldı. Çünkü Hazreti Osman yedi kırâat üzerinde kapsayıcı olmasını istiyordu. Bu mushaflar noktalar ve şekillerden hali bırakılmıştı. Ta ki bu ihtimal yerine gelsin.
Yani Hazreti Osman'ın istinsah ettirdiği mushaflarda bilhassa i'câm noktaları bulunmaması o dönemde bu noktaların bilinmiyor ve kullanılmıyor olmasından dolayı değildi.
والله أعلم
Meselâ bazı kelimeler noktalardan şekillerden tecerrüd ederse,
birçok vecihle okunabilir.
فتبينوا
«fe-tebeyenû» kelimesi noktasız ve şekilsiz
ڡٮٮٮںوا
olursa
فتثبتوا
«fe-tesebbetû» okunabilir.
ننشزها
«Nunşizuhe»
kelimesi hareke ve noktasız
ںںسرها
olursa
ننشرها
«Nunşiruhe»
okunabilir.
Ve böylece ana mushafta kıraat olarak yedi harf rivayet edildi.
Hazreti Osman bundan sonra yazılacak olan mushafların istinsah edilen Kur'an nüshalarındaki şekil ve lehçeye göre yazılıp okunmasını, buna uymayan farklı lehçelerden kelimelerle açıklamaları ihtiva eden özel yazmaların yok edilmesini istemiştir.
Çünkü sonraları, toplumun yetişmesine paralel olarak bunlarin bir kısmı nesholundu. Ancak Resûlullah'ın ﷺ hayat-ı seniyyelerinin son yılına rastlayanyan Ramazan ayında Cibril ile Resûlullah ﷺ Kur’an'ın tamamını karşılaştırmak üzere hatmederlerken, aynı ayet ve kelimeler üzerindeki bazı farklı okuyuşlar ibka edildi. Bunların çoğunu okumaya Hazreti Ebû Bekir’in resmi Mushaf'ının yazısı elverişli idiyse de, mahdut sayıda bazı farklı okuyuşları aynı metinde yazı olarak göstermek mümkün değildi. Aslında bu teferruat, Hazreti Ebû Bekir’in gayesinin de dışındaydı. O’nun gayesi, başta bahsedildiği üzere Kur’an’ın tamamını ezbere bilen yüzlerce insanin hayatta olmasına rağmen gelecek için tedbiren elde yazılı resmi bir nüshanın bulunmasını sağlamaktı.
Yine biraz geride Hazreti Osman'ın istinsah ettirdiği mushafların belli bir miktarda olmasının sebeplerinden birisi söylenmişti diğer sebebi ise Hazreti Osman mushafların sayısını çoğaltma kararını verince, aynı kelimelerdeki bu yazım ayrılığı ile ilgili yerlerde değişik yazılışlardan birini mushaflardan birkaçına, diğerini de geride kalanlara yazdırmayı uygun buldu. Böylece Hazreti Osman, son arzada (Resûlullah'la ﷺ Hazreti Cibril’in Kur’an’ı son karşılaştırma ve kontrollerinde) ibka edilen bütün farklılıkları mushaflarında göstermiş oldu. Hatta Selef ve halefden bir grup ulema ile Müslümanların ileri gelenleri, Hazreti Osman'ın mushafı yedi kıraatin yalnız yazılışlarına şamil olduğu, arzâ-i âhirede meydana gelen şekline aynen uyduğu, bundan bir harfin bile terkedilmediği görüşündedirler.
Son olarak şu husus da tekrar belirtilmelidir ki yedi harf, yedi kıraat demek değildir. Yedi kıraat, Ebû Bekir b. Mücâhid’in, okuyuşlarına ait kaideleri Kitâbü’s-Seb'a adlı eserinde topladığı meşhur yedi imamın kıraatleridir. Bu hususta İbn Kuteybe “yedi harf”ten maksadı, Kur’an’da dağınık olarak bulunan ve yedi grupta toplanan vecihler (okuyuşlar) olarak yorumlamış ve tezindeki “yedi” anlayışını şu misallerle açıklamıştır:
1) Hattı aynı olduğu halde kelimenin i‘rab ve harekesinde görülen, mânayı değiştirmeyen ihtilâflar:
هنّ اَطهرُ لكم - هنّ اَطهرَ لكم
(Hûd 11/78).
2) Hattı aynı olduğu halde kelimenin i‘rab, hareke ve mânasını değiştiren ihtilâflar:
رَبَّنا بَاعِدْ بين اَسفارنا - رَبُّنا بَاعَدَ بين اَسفارنا
(Sebe’ 34/19)
3) Hat değişmediği halde kelimenin harflerinde meydana gelen ve mânayı değiştiren ihtilâflar:
كيف ننشزها كيف ننشرها
(el-Bakara 2/259).
4) Hat değiştiği halde mânanın değişmediği ihtilâflar:
صيحة واحدة - زقية واحدة
(Yâsîn 36/29).
وطلح منضود - وطلع منضود
(el-Vâkıa 56/29).
6) Takdim tehir suretiyle meydana gelen ihtilâflar:
وجاءت سكرة الموت بالحق - وجاءت سكرة الحق بالموت
(Kāf 50/19).
7) Fazlalık veya eksiklik cinsinden olan ihtilâflar:
وما عملته - وما عملت
(Yâsîn 36/35).
İbn Kuteybe’nin görüşü, kıraat ihtilâfları ile ilgili sınıflandırması üzerinde yapılan bazı değişiklikler bir yana bırakılırsa, Bâkıllânî, Mekkî b. Ebû Tâlib ve İbnü’l-Cezerî gibi âlimler tarafından da benimsenmiştir. İbn Kuteybe’nin bu sınıflandırmasında yer alan ihtilâflardan bir kısmı, Hazreti Osman’ın Kureyş lügatını esas alarak yazdırdığı mushafların hattına uygun olduğundan bugüne kadar okunagelmiş, diğerleri ise kolaylık ruhsatı çerçevesinde ashap tarafından okunmuş, ancak mushaf hattına uymadığı için okunmaları ve mushaflarda yazılmalarına Hazreti Osman tarafından izin verilmemiştir.
Dolayısıyla, kelimenin değişik yazılışından veya cümle içindeki takdim ve tehiri gibi sebeplerden kaynaklanan farklılıklarla ilgili okuyuşlar terkedilmiş, harekesiz ve noktasız olan mushaf hattının okunmalarına izin verdiği kıraatler -tevâtür yolu ile sabit olmaları şartıyla-yedi harfin kalan cüzü sayılmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder