CEMEL VAKASI

بســمـ الله الرحـمن الرحيمـ
CEMEL VAKASI


Cemel Vakası denilen, Hazreti Ali ile Hazreti Talha, Hazreti Zübeyr ve Hazreti Aişe-i Sıddîka (rıdvanullahi teâlâ aleyhim ecmaîn) arasındaki savaş, “tam adalet” ile “izafî adalet”in mücadelesidir.

 

Şöyle ki:
Hazreti Ali, tam ve en geniş mânâsıyla adaleti esas alıp Hazreti Ebûbekir ve Hazreti Ömer zamanındaki gibi o esas üzerinde gitmek için içtihat etmiş. Ona karşı çıkanlar ise Hazreti Ebûbekir ve Hazreti Ömer zamanındaki İslamî saflığın tam adalete müsait olduğunu, fakat zamanla inançları zayıf çeşitli kavimler İslam toplumuna katıldıkları için o en geniş mânâsıyla tam adaletin uygulanmasının çok zorlaştığını düşündüklerinden, “ehven-i şerreyni tercih etmek” denilen, daha az zararlı şıkkı seçmek şeklindeki izafî adalet esası üzerinde içtihat etmişler. Bu içtihat münakaşası siyasete girdiği için savaşı netice vermiştir.
Madem sırf Allah için ve İslamiyet’in menfaatleri için içtihat edilmiş ve o içtihatların neticesinde savaş çıkmış, elbette hem kâtil hem de maktul cennet ehlidir, ikisi de sevap kazanmıştır diyebiliriz. Her ne kadar Hazreti Ali’nin içtihadı isabetli, karşısındakilerin içtihadı hatalı ise de azaba müstahak değildirler. Çünkü içtihat eden hakkı bulursa, ona iki kat sevap vardır. Bulamazsa, bir nevi ibadet olan içtihat sevabı olarak bir sevap alır.
Hatasında mazurdur. Bizde gayet meşhur ve sözü delil sayılan muhakkik bir zât Kürtçe şöyle demiş:

ژِى شَرِّ صَحَابَانْ مَكَه قَالُ و قٖيلْ لَوْ رَا جَنَّتٖينَه قَاتِلُ و هَمْ قَتٖيلْ 

Yani: Sahabenin savaşı hakkında dedikodu etme! Çünkü hem kâtil hem de maktul cennet ehlidir.

Tam ve kusursuz adalet ile izafî adalet arasındaki farkın izahı şudur:
"Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir." Mâide Sûresi, 5:32.
 ayetinde işaret edilen mânâ ile, bir masumun hakkı bütün insanlık için dahi yok sayılamaz.
Herkesin selameti için bir fert bile feda edilemez. Cenâb-ı Hakk’ın merhamet nazarında hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir topluluğun selameti için bir ferdin hayatı ve hakkı, rızası olmadan feda edilemez. Hamiyet namına ve kendi rızasıyla olursa, bu başka meseledir.

İzafî adalet ise bütünün selameti için parçayı feda eder. Cemaat için ferdin hakkını nazara almayabilir. Ehvenişer diyerek bir tür izafî adaleti yerine getirmeye çalışır. Fakat tam adaleti uygulamak mümkünse izafî adalet yoluna gidilmez, gidilirse zulüm olur.
İşte İmam Ali (radiyallâhu anh), tam adaletin “Hazreti Ebûbekir ve Hazreti Ömer zamanındaki gibi uygulanması mümkündür” deyip İslam halifeliğini o esas üzerine bina ediyordu. Karşı taraftakiler ise “bu mümkün değil, çok zorluğu var” diyerek izafî adalet üzerinde içtihat etmişlerdi. Tarihin gösterdiği diğer sebepler ise hakiki sebep değil, bahanelerdir.

(Meziyet ve kemâlât Risale-i Nurlara, hata ve kusurlar şahsıma aittir.)

İzafi adaleti tercih etmelerinin nedeni hakiki adaletin mümkün olmayacağına kanaat getirmeleri olabilir. Çünkü fitne büyüyebilirdi. Hazreti Ali ise her halükarda (ve bilhassa mümkün olduğuna kanaat getirdiği için) hakiki adaletin uygulanması hususunda içtihadda bulunmuştu.


Yorumlar

En Çok Görüntülenenler