MECÂZ VE DİN’DE DENGEYİ KORUMAK
بِسْــــــــــــــــــــــمِ الله الرحمن الرحيم
MECÂZ VE DİN’DE DENGEYİ KORUMAKDüşüncede ve Din’i anlamada bilhassa önemli olan bir husus, dengeyi bulmaktır. Bu da, çok kolay değildir; ancak Din’in muhkemât denilen değişmez iman, ibadet, muamelât, ahlâk ve ukubât esaslarının muvazenesinden meydana gelen hikmeti ve güzelliği kavramakla denge bulunur.
Üstadın dikkat çektiği üzere, Resûlullah'ın ﷺ veya Kur’ân’ın en büyük bir mucizesi, bütün varlığın ve Din’in kendilerine dayandığı İlâhî İsimler’in nihaî tecellilerine mazhar olup, bu tecelliler arasında dengeyi muhafaza etmesidir.
Kur’ân’ın Allah Kelâmı olduğunun delili olarak denge
Bu çerçevede olmak üzere, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın hak ve hakikat olduğuna en sâdık deliller arasında olarak, Kur’ân,
1) Tevhid’in bütün gereklerini ve neticelerini her birinin kendine has yeri ve mertebesi içinde muhafaza eder.
2) İlâhî İsimler’in tecellileri arasındaki denge üzerinde İlâhî hakikatleri ortaya koyar ve yine aralarındaki dengeye dikkat eder.
3) Rubûbiyet ve Ulûhiyet’e ait esasları, düsturları ve tecellileri tam bir denge ile kendinde toplar.
Din’de ve Kur’ân’a yaklaşımda dengeyi bulamanın önemli yanlarından birini de, âyetleri ya sadece zâhirî ifadeleriyle değerlendirmek, ya da, meselâ bazı ehl-i Tasavvuf’un yaptığı gibi, Firavun’u sadece nefis, Hazreti Musa’yı (a.s.) ruh olarak görmek türünde sadece onlardaki bâtınî ve iş’âri manâları esas alıp, zahirî manâlarını hiç görmemek, onları sadece mecaz ve istiareler temelinde değerlendirmek şeklinde ortaya çıkmıştır. İdrak kapasiteleri sınırlı pek çokları gibi, bazen bâtın ve mecaz ehlinin ifratlarına tahammül edemeyenler de, sadece zâhirî manâlara bakıp, bâtınî ve iş’arî manâları reddetme cihetine gitmişlerdir. Bunda içinde yaşanılan dönemin ve şartların da elbette önemi vardır.
Üstad ise, bu noktada çok önemli bir tesbitte bulunur: “Muhakkik (gerçeği arayan, araştırmacı), dalgıç gibi olmalı; zamanın tesirlerinden sıyrılabilmeli; mazinin derinliklerine dalmalı; mantığın terazisiyle tartmalı; her şeyin kaynağını bulmalıdır.”
İslâm’a ve Kur’ân’a yaklaşımda dengeyi bulamama veya kaçırmanın en önemli sebep veya neticelerinden biri de şu olmaktadır: Bazıları Kur’ân’a sadece âyetlerin zâhirî manâlarından yaklaşırken, bazıları da, Kur’ân’ın derinliğini, ondaki iç içe manâ boyutlarını vurgulamak adına, âyetlere lâfzın asla muhtemel bulunmadığı, lâfzın taşıyamayacağı manâları yüklemektedirler. Bu, bazen de Kur’ân’da çok manâya gelen kelime veya kavramlara onların her geçtiği yerde bütün manâları yüklemek veya meselâ,
Hazreti Zülkarneyn için kullanılan “sebep” kelimesini, ilgili diğer âyetlere hiç bakmadan bu kelimenin manâlarından biri olan “yukarıda tırmanmakta kullanılan ip, halat” olarak alıp, Hazreti Zülkarneyn’in seferlerinin göklerde, yıldızlar arasında olduğunu ileri sürmek gibi imkânsız ve son derece uçuk sonuçlar üretmek şeklinde tecellî edebilmektedir.
İşte bütün ifrat ve tefritlerden, bütün abes ve uçuk tavırlardan, bütün kuruluk ve sığlıklardan kurtulmanın veya bunlara düşmemenin yolu, Sıfatları ve İsimleri’nin tecellileriyle Cenab-ı Allah’ı O’nu tanımanın gerektirdiği şekilde tanımak (ma’rifet) ve bütün yönleriyle Din’in değişmez esaslarını ve bilhassa Kur’ân’ın kullanımıyla Arapça’nın ve belâğatin kaidelerini çok iyi bilmekten, ayrıca Üstad’ın yukarıda muhakkikin şartları olarak saydığı şartları haiz olmaktan geçmektedir.
Ek:
Yorumlar
Yorum Gönder