ARAPÇA YAZININ GELİŞİM SÜRECİ VE İSLAMİYET'İN BUNA ETKİLERİ
بسم الله الرحمن الرحيم
ARAPÇA YAZININ GELİŞİM SÜRECİ VE İSLAMİYET'İN BUNA ETKİLERİ
Bugün en eski Arapça vesika, milâttan önce 853-626 yılları arasında Asurlular’ın Aribiler’e (Arubu veya Urbu) karşı yaptıkları savaşlara dair Asurî metinlerinde geçen kırk kadar has isimdir.
Araplar’a ait en eski kitâbeler, tahminen milâttan önce VI. yüzyılın ortalarına kadar çıkan ve müsned denilen Güney Arabistan yazısından gelişmiş bir hatla yazılmış, sayıları çok fakat dilin yapısı ve hususiyetlerini aksettirebilecek uzunluk ve zenginlikte olmayan metinlerdir.
Bunlardan Medâinü Sâlih’in biraz güneyinde, Kuzey Hicaz’da el-Ulâ ve civarında Dîdânî ve Lihyânî kitâbeler (m.ö. II veya I. - m.s. IV veya V. yüzyıllar), Sînâ, Ürdün ve Güney Filistin’de, hatta Mısır’da bulunan binlerce Semûdî kitâbe ile başta Suriye’de Şam’ın güneydoğusunda volkanik bir bölge olan es-Safât’ta, ayrıca Ürdün’de, Kuzey Hicaz’da bulunan ve sahiplerinin Semûdîler’le yakın akrabalıkları anlaşılan Safâtî kitâbeler, Arapça’nın, Güney Arabistan kültürünün hâkim olduğu uzun devreden kalma vesikalar olup çoğu ticaret yolları üzerinde kayalara kazılmış isimlerden ve kısa hâtıra kayıtlarından (grafitti) ibarettir.
Daha sonra Arapça’nın teşekkülüne müessir olan Ârâmî kültürü IV. yüzyıldan itibaren tesirini kaybetmeye başlamıştır.
Araplar kendi kitâbelerinde Nabat dil ve yazısını kullanırlarken daha sonra bitişik Nabat yazısından Arap yazısı doğmuş ve Nabat dilinin yerini de Arapça almıştır.
Bu bakımdan milâdî 328 tarihli Nemâre kitâbesine, Nabat dilinde olmakla beraber, daha önceki devirlerden kalan vesikaların Arapça’sından farklı ve klasik Arapça’ya çok yakın bir Arapça’dan bazı unsurlar taşıdığı için ayrı bir ehemmiyet verilir.
Klasik Arapça tabiriyle bugün mevcut en eski edebî metinlerde, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadiste gördüğümüz, daha sonraları da Arapça’nın yayıldığı yerlerde din, şiir, edebiyat ve ilim dili olarak ana çatısı değişmeden devam eden, lehçeler üstü Arapça kastedilir.
“Bütün Araplar’ın meliki” İmruülkays’ın mezar taşındaki bu kitâbenin yazısı da Nabatî yazıdan Arap yazısının doğuşuna doğru meydana gelen gelişmeleri aksettirme bakımından (250 tarihli Ümmü’l-Cimâl kitâbesinden sonra) halen mevcut en eski vesikadır.
Böylece artık mevcudiyeti anlaşılan klasik Arapça milâdî 512 tarihli Zebed, 528 tarihli Üseys ve 568 tarihli Harran kitâbelerinde açıkça ortaya çıkmaktadır.
İslâmiyet’le yazı birdenbire yepyeni ve aydınlık bir safhaya girdi. İslâmiyet, hattı ve kitâbeti zaruri kılan, kullanma sahasını genişleten âmilleri beraberinde getirmişti.
Yazı, İslâm’ın tesis ettiği, bütün maddî mânevî cepheleriyle yeni içtimaî nizamın en ehemmiyetli tesbit, tescil, telkin ve neşir vasıtası olarak işlendi, geliştirildi ve hicreti takip eden yarım asır içerisinde, daha önce geçen üç asırlık hayatındakinden büyük bir tekâmüle mazhar oldu.
Vahyin yazıya tevdii yazının işaret edilen kutsî ehemmiyetini arttırırken Hz. Peygamber bilginin yazı ile tesbit ve muhafazasını emrediyor, çocuklara okuma yazma öğretmenin babalar için kaçınılmaz bir vazife olduğunu belirtiyordu.
Resûlullah’ın yazı yazma âdâbına ve besmelede bazı harflerin yazılış şekil ve tarzlarına dair tavsiyeleri de mâlumdur.
Müfid YÜKSEL Bey'in notu: ''Bu Mektuptaki Yazıya bakarsanız harflerin yazılışı ve imla kesinlikle Asr-ı Saadet dönemine ait değil. ر ع م ح خ harflerinin yazılışına bakarsanız anlaşılır. Ayrıca o dönemden, Tabiin devrine kadar سلام kelimesinde Elif kullanılmazdı. Tümünde سلم şeklinde yazılırdı.
Topkapı Sarayında bulunan Hazreti Resul-i Ekrem'e (S.A.V) izâfe edilen mektupların tümü maalesef geç dönemlere ait kopyalar. Tamamı maalesef Müzeyyef. Saray deposunda bulunan Hz. Ali'nin el yazısı ile olan ahidname Türk-islâm Eserleri müzesinde bulunan iki parça ise o dönemlere ait.''
Hazreti Peygamber’in hayatında muhtelif malzeme üzerine yazılmış olan Kur’ân-ı Kerîm, Hazreti Ebû Bekir’in hilâfetinde (632-634) vahiy kâtiplerinden Zeyd b. Sâbit tarafından bir araya getirilerek mütecânis sayfalar (suhuf) halinde yazılmıştı.
Hazreti Osman (644-656), Zeyd b. Sâbit’in yazdığı ve Hafsa bint Ömer’in elinde bulunan “suhuf”tan “mushaf” halinde bir nüsha istinsah ettirdi ve daha sonra da bu mushaftan muhtelif yerlere gönderilmek üzere istinsah ettirdiği mushaflardan birini yanında alıkoyarak diğerlerini Kûfe’ye, Basra’ya, Şam’a ve bazı rivayetlere göre ayrıca Mekke’ye, Yemen’e ve Bahreyn’e birer rehber kāri ile birlikte gönderdi.
Bu nüshalar parşömen üzerine tek renk (siyah) mürekkeple yazılmıştı; nokta ve harekeleri yoktu; üzerlerinde tezyinî unsur bulunmuyordu; sûre adlarını, sûreleri, âyetleri, cüzleri vb. ayıran işaretler taşımıyordu. Böylece İslâmî devirde kitap haline getirilen ilk metin Kur’ân-ı Kerîm oldu. Bu tedvin hareketinin gayesi Kur’ân-ı Kerîm’in bozulmadan tesbiti, muhafazası ve yayılması idi.
Anılan mushaflar, kadim müelliflerin Mekkî ve Medenî diye adlandırdıkları hatla yazılmışlardı. Bu sıfatlar Arap yazısının hususiyetle şekil bakımından işlenme merhalelerini nerelerde geçirdiğini göstermektedir. Kuzey Arap yazısı, Enbârî, Hîrî safhasını müteakip Hicaz’a intikal ederek önce Mekke’de ve hicretten sonra Medine’de gelişti.
İstifade Edilen Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/arap
Yorumlar
Yorum Gönder